“Bir ‘seçmecilik’ örneği[1] olarak: MURAT BELGE yahut Entelektüel Zorbalıktan Fiili Zorbalığa?”
Entelektüel birikim maskesi takmış diktatörlüğün tasallutunun ne derece acımasız olduğunu anlamak için Althusser’in devletin ideolojik aygıtlarını nasıl anlattığına bakmak gerekir sanırım. Althusser, incelemesinde baskı aygıtları ile ideolojik aygıtlar arasında bir geçişlilik olduğunu ve bunların zaman zaman birbirlerini ikâme ettiklerini söyler. Yani bazen ideolojik bir aygıt aynı zamanda bir baskı aygıtına da dönüşür, uzunca bir mesele… Bu ideolojik aygıtların ürettiği belli bir dönem için kullanışlı olan organik aydınlar vardır. Kullanım tarihleri geçtiğinde marjinalize olurlar. Yani öyle ki kullanım tarihleri geçmese ve hani denir ya gücü ellerine bir geçirseler entelektüel zorbalıklarını fiili zorbalığa rahatlıkla dönüştürebilirler. Mesela Murat Belge, bir şekilde devletin baskı aygıtlarını elinde tutan birisi olsa hayranı olduğu ve Birikim’de Şubat 1978’de hakkında müstakil bir yazı kaleme aldığı Mao gibi milyonlarca insanın katledilmesine sebep olacak bir diktatöre dönüşebilir miydi? Bilmiyorum ama mesela ondaki Mao hayranlığına bakılırsa iyi ki eline böyle bir fırsat geçmemiş. Belge, Komünist Mao hayranı olduğu için onun Faşist muadili olan Adolf Hitlerin yanına, kendisinin politik muarızı olan Müslümanları faşistlikle itham ederek yerleştirmekten çekinmiyor. Mantık çok basit:
- Komunizmin ile faşizm birbirinin karşıtıdır.
- Ben bir komünistim o zaman benim fikren muarızım olan Türkiye’deki İslamcıların da faşist olması lazım.
- Ben Mao’ya hayranım o halde onlar da Hitler hayranıdır.
Meseleye bu düz mantıkla yaklaşınca Diriliş Dergisi’nde yayınlanan ve Mehmet Genç’in tercüme ettiği Hitlerin Vasiyeti yazısından dolayı derginin sahibi Sezai Karakoç’u Murat Belge’nin Hitler hayranı olarak görmesindeki garabeti anlamak kolaylaşıyor. Belge aslında kendisindeki Mao hayranlığını görmüş orada, başka bir şey değil, kişi kendinden bilir işi fazla söze gerek var mı? Ama keşke böyle olsa… Bu “Kitabın gündem olması ve piyasasının oluşması için yapmadığı dedikodu kalmamış, mesela Necip Fazıl’ı küçük düşürmek için (ama aslında kendisini küçük düşürüyor) rahmetli üstadın tikini bile diline dolamaktan çekinmemiş.” düşüncesinin doğru olmasının yanında, “Ne solcusu, ne Maocusu bildiğin kapitalist bu adam yahu? Çok satıp çok kazanmak çok konuşulmak istiyor.” demekten kendini alamıyor insan…
Ha bir başka sıkıntısı daha var ki Murat Belge’nin bunun nedenini anlamak için 12 Şubat 2017 saat 12.25’de Mehmed Kısakürek’in attığı tweete bakmak gerekecek sanırım. Diyor ki Mehmed Kısakürek tweetinde;
Belli ki bu dayakların acısını bu şekilde çıkarmak istiyor. Bu işin birinci noktasıydı. Şimdi gelelim diğer meseleye: Murat Belge; “İkinci Yeni Modern Türk şiirinin neresinde duruyor?” gibisinden bir soruya cevap vermek için “Şairaneden Şiirsele” isimli bir kitap kaleme almış ve özet olarak söylemek gerekirse tek cümleyle İkinci Yeni’yi Modern Türk Şiiri’nin merkezine yerleştirmiş. Bu elbette çokça tekrar edilen genel bir algıyı yansıtmak açısından önemli ve üzerinde değerlendirmeler yapmaya müsait bir yaklaşım olabilir. Lâkin İkinci Yeni dendiğinde bir Sezai Karakoç gerçekliği var. Murat Belge de Şairane’den Şiirsel’e kitabında “(onun) Türk edebiyatında önemli bir yeri var ama” diyerek bu gerçekliği kabul etmekle birlikte onu âdeta bir cümledeki üzeri çizilmiş kelime (var ama yok) gibi var sayıyor.
Yetmiyor üzerini çizmenin insaf sahibi kişilerin nezdinde bir anlamı olmayacağını bildiği için bir bahane bulmak maksadıyla “Ondaki Hitler merakı, benim ona merakımın sona ermesine sebep oldu.” diyerek en hafifiyle insaf ölçüsüne sığmayacak bir yaklaşım sergiliyor. Görmeyebilir, adını da anmayabilirdi. Ama görmediği zaman göstermeye çalıştığı İkinci Yeni’nin de görünmeyeceğinin farkında olduğu için görüyor fakat ne yazık ki şaşı bakıyor.
Meseleye Türk Modernleşmesi ve şiir bağlamında yaklaşınca iki hakikatten birini en azından itiraf etmek gerekiyor. Nedir bu iki hakikat? Ya İkinci Yeni şiiri arızalı ya modernleşme tecrübesi arızalı. Çünkü mesela öyküde karşılığı 1950 kuşağı olan bir İkinci Yeni Şiiri var ve bu dönemde bu zihniyet gelip duvara toslamış. Mesela Oğuz Aral 1961 yılında Dost Dergisi’nde bu kuşağı şöyle karikatürize ediyor:
Belli bir dönemi reddetmeden 18. asırdan başlayarak bütün bu dönüşüm süreci objektif bir şekilde değerlendirilip güne gelindiğinde karşımıza zorunlu olarak bir ismin çıkması gerekiyor ki bu isim duvara toslamayan ve “Gelin gülle başlayalım atalara uyarak” diye şiirine başlayan Sezai Karakoç. Çünkü modernleşme belli bir yapıyı inkâr ederek değil onun üzerine inşâ edilir. Böyle olmalı ve o dönem için karşımıza Sezai Karakoç gibi başka şairler de çıkmalıydı. Böyle olunca ancak duvara toslanmayabilirdi. Ama böyle yapıldığında “eski günlerin geleceği endişesi” İkinci Yeni şairlerini de eleştirmenlerini de korkutmuş olacak ki böyle yapmayarak duvarlara tosladılar. Ve böyle bir değerlendirme yapıldığında İkinci Yeni’nin Sezai Karakoç’un gölgesinde kaybolduğunu söylemekten başka çare kalmıyordu. Ama duvara toslayanların yaptıklarının anlamlandırılması gerekiyordu bu da ancak Sezai Karakoç’un anlamının inkâr edilmesi ile mümkün olurdu.
İkinci Yeni’nin Sezai Karakoç’un gölgesinde kaybolduğunu itiraf edebilmek hakikat namına Garip ve İkinci Yeni akımlarının da şairlerinin de en hafif tabiriyle duvara tosladıklarının ifade edilmesi demekti. Yok eğer Garip (Birinci Yeni) ve İkinci Yeni şairleri de akımları da duvara toslamamışsa o zaman modernleşme tecrübesinin Garip gibi bir garabet ve ardından bunun devamı olan ve ona can vermeye çalışan İkinci Yeni gibi bir yapı ortaya çıkardığını kabul edip bu defa modernleşme süreciyle toptan hesaplaşmak gerekti. Bunu yapabilmek için de yine biraz cesur ve hakkaniyetli olmak gerekiyor. Netice itibariyle İkinci Yeni meselesi hiç değilse Murat Belge tarzı bakış için İkinci Yeni’den ibaret değil. Cumhuriyet gençlerinin yeni lisanının şiir sözü İkinci Yeni… Sezai Karakoç’un şiiri mi? O, bu anlayışa göre fazlaca Müslüman fazlaca Osmanlı… Şiirinin edebiyat tarihi içinde bir yeri var ama Cumhuriyet’in ilk kuşak gençleri olan 1950 kuşağı gençlerinin dilinin içinde onun sözüne yer yok.(!)
Üçüncü bir yol daha var ki -Türk solunun kaderi mi demeli bu üçüncü yol arayışına-etraftan dolanmak. Bu etraftan dolanmayı anlamak için de “İkinci Yeni Modern Türk şiirinin neresinde duruyor?” sorusunun hazırlanış sürecine bakalım. Murat Belge, Modern Türk şiirini “Yahya Kemal ve Ahmet Haşim’le başlatanlardanım.” diyerek şiirin modernleşmesini, modernleşme süreçlerinden politik olarak ayırıp tarihsel bir seçmecilik örneği sergiliyor. Bazı antolojilerde de Modern Türk Şiiri Yahya Kemal ve Haşim’le başlatılıyor, bunun sebebi “Cumhuriyet’i Osmanlı’dan ayırmak olabilir.” dedikten sonra -ki kendisinin de bu maksadı taşıdığı böylece açığa çıkmış oluyor- kendi kafasındaki soruyu hazırlamış oluyor. “İkinci Yeni Modern Türk Şiirinin neresinde duruyor?” Soru böylesi titiz bir dikkatle(!) hazırlanınca cevabı vermek de basitleşiyor. Ve bu 570 sayfayı aşkın basit cevabın içinde üzerinde ciddi sorular sorulması gereken bir isim olan Sezai Karakoç yok. Sorunun basit olmasıyla doğru orantılı olarak cevapların da basit olması dedik ya kitapta, Sezai Karakoç için verilen cevap da bu basitliğin bir göstergesi… Belli ki Murat Belge’nin Sezai Karakoç’un dünyasına girebilecek kadar ciddi soruları olmadığı için onunla ilgili verdiği cevap da çok basit oluyor.
Ne diyor Murat Belge bakalım: “Yıllar önce Cemal Süreya’dan Sezai Karakoç hakkında bir çok olumlu söz dinlemiş ama şiirlerini görmemiştim. Ne var ki şiirini okuyup tanımadan önce Diriliş Dergisi’ni gördüm. İslamcı ve “İkinci Yenici” bir şair dikkatimi çekiyordu doğrusu. Ne var ki şiirini okuyup tanımadan önce Diriliş Dergisi’ni gördüm. Benim gördüğüm sayısında Hitlerin Vasiyeti diye bir yazı çıkmıştı. Bu Hitler merakı benim Sezai Karakoç merakımı ortadan kaldırdı.”
Bahsedilen yazı her şeyden önce Mehmet Genç hocanın yaptığı bir tercüme ve böylesi bir tercümenin bir dergide yayınlanıyor olması dergi sahibini tercümesi yapılan kişinin görüşlerinin hayranı haline getiriyorsa, böylesi bir işi kendine meşgale eden birisinin Birikim yahut Tarih ve Toplum Dergisi’ni taradığı zaman Murat Belge’yi çok alâkasız kişilerin hayranı olarak göstermesi kaçınılmaz olacaktır. Mesela Şairane’den Şiirsele isimli kitabında hayranı olarak görünmemek yahut hayran kalmamak için(!) Sezai Karakoç’u kitaba almamış olabilir ama kitabı şöyle bir karıştıran kişi, Necip Fazıl’ın ismini görüp Murat Belge’deki Necip Fazıl hayranlığını(!) sorgulayabilir.
Şimdi gelelim meselenin asıl yönüne; evet, Murat Belge’nin Sezai Karakoç merakı ortadan kalkmış olabilir ama ortada bir Sezai Karakoç gerçeği var. Bunu da itiraf ediyor zaten: “Evet bu kitapta Sezai Karakoç yok, çünkü hakkında bir bölüm yazacak kadar tanımıyorum Sezai Karakoç’u. Oysa edebiyat tarihinde çok önemli bir yeri olduğunu biliyorum.” Sezai Karakoç’u kendince Hitler parantezine aldıktan sonra, bu itirafla bir şey daha ortaya çıkmış oluyor. Sezai Karakoç’un dışındaki İkinci Yeni şairlerinin paranteze alınıp Sezai Karakoç’un gölgesinde kaldıklarını itiraf etmemek için Sezai Karakoç’u paranteze almak gerekiyor. Murat Belge de bunu yapıyor. Aksi takdirde Sezai Karakoç ile Yahya Kemal arasındaki dönemi veya toptan bir modernleşme dönemini paranteze alması gerekecek.
Nazım Hikmet’in “Akif inanmış adam, büyük şair” mısralarındaki “ büyük şair” ifadesini makaslayanlarla benzer bir zihniyet bu defa “Sezai Karakoç’un edebiyat tarihinde önemli bir yeri olduğunu itiraf ettikten sonra onu bir şekilde paranteze almak istiyor. Bunu da “ Ondaki Hitler merakı benim Sezai Karakoç merakımı ortadan kaldırdı.” şeklinde geçersiz bir sebebe bağlıyor. Murat Belge, 4 Ocak 2016’da Birikim Dergisi’nde yayınladığı bir başka yazısında Sezai Karakoç ve yine Belge’nin ifadesiyle İslamcı kesimdeki isimlerin Hitler hayranlığının altında yatan sebebin antisemitizm olduğunu söylüyor. Ve antisemitizim hususunda bu kesimin pirinin Necip Fazıl olduğunu dile getiriyor. Ama Necip Fazıl isminden kitabında bahsediyor. Sezai Karakoç’u bir kalemde silmesine sebep olan güya “ Hitler hayranlığı”nın altında yatan sebep olan antisemitist tavırdan dolayı Necip Fazıl’ı da silmesi gerekiyordu ama bunu yapmıyor. Yapmıyor çünkü kitabında bir zemine oturtmaya çalıştığı ve uğrunda sonrasında gelen şiiri dahi reddettiği İkinci Yeni için Necip Fazıl şiirini bir tehdit olarak görmüyor ve artık şunu söylemek zorundayım ki Murat Belge, tanımadığını söylediği Sezai Karakoç’u İkinci Yeni şairlerinin tamamından daha iyi tanıyor.
Sorunun böylesi bir şekilde hazırlandığını cevabın da böylesi bir kurgunun ürünü olduğunu söyledikten sonra; şimdi yeniden sorulması gereken bir soru var: “Sezai Karakoç gibi bir gerçeklik varken İkinci Yeni bu gerçekliğin neresinde duruyor?” Çünkü bir tarafta, geleneğin normuna, modernin formuna yaslanmış bir Sezai Karakoç şiiri anıt, diğer taraftaysa “inançsız ve ezansız” bir İkinci Yeni… İkinci yeni şiirinden bahsedildiği 1950’li yıllara kadar toplumsal yapı, zihniyet ve şiirin formu arasında doğal bir değişim süreci olması gerektiğini hesaba katarsak Şeyh Galip’ten Haşim’e oradan Yahya Kemal’e geldikten sonra karşımıza çıkması gereken Sezai Karakoç şiirinden başkası olmamalıydı. Ne var ki zihniyet anlamında -şimdi yazının konusunu ve kapsamını aşacak olan- araya giren yapay süreçler karşımıza önce Garip ardından İkinci Yeni diye bir şiir akımı çıkarmıştı. Bu iki adlandırma altında toplanan şiirlerin zihniyet anlamında olağan değil olağan dışı bir seyrin ürünü olduğunu göz önüne alırsak karşımıza şu sonuç çıkıyordu: Sezai Karakoç buradaysa İkinci Yeni nerede duruyor?
Murat Belge’nin İslam Ansiklopedisi’nde Nazım Hikmet’i ve başka birkaç şairin daha ismini bulamaması sonucu biriktirdiği öfke, Mehmed Kısakürek’ten yediği dayakların acısıyla birleşip, baskı aygıtlarının elinde bulunmaması sebebiyle Mao hayranlığının entelektüel zorbalığa dönüşmesi ve bütün bunların üzerine modern Türk şiiri hususunda bir kitap yazarak belli isimleri merkeze yerleştirme arzusunun ticari kaygılarla bir araya gelmesiyle böyle bir kitap ortaya çıkarmış dersek kapsamlı bir son söz söylemiş oluruz sanıyorum.
Dr. Yunus Emre Özsaray
[1] Murat Belge’nin 02.01.2016 tarihli “Bir Seçmecilik Örneği” isimli; Diyanet’in İslam Ansiklopedisi’nde Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Ahmet Muhip gibi isimlerin olmamasından yakındığı yazısının başlığı… Murat Belge yazısında şunları söylüyor: “Şu sıralar “yeni Türk şiiri” üstüne bir kitap yazmaya başladım. Ahmet Muhip üstüne yazarken bu ansiklopediye bakmak geldi aklıma. “Dranas” diye yok, “Dıranas” diye de yok… Anladığım kadarıyla Ahmet Muhip bu ansiklopedide yok. Olmaması tuhafıma gitti. “Acaba edebiyatçıları, şairleri almamışlar mı?” diye düşündüm. Bu sefer başka şair adlarına bakmaya başladım. O zaman şaşırtıcı durumlarla karşılaştım. Necip Fazıl tabii var. Orhan Okay’ın yazdığı uzunca bir maddeyle yerini almış. Alacak tabii. Önemli bir şair. Ayrıca düşünce dünyasında etkileri var. Nâzım Hikmet’in ansiklopedide olmadığını gördüm. Şimdi bu biraz düşündürücü. Dranas yok, Nâzım yok; başka kimler yok? “Garip Kuşağı’na bakayım” dedim: Orhan Veli, Melih Cevdet, Oktay Rifat. Üçü de yok. Allah Allah! Bu iş gittikçe ilginçleşiyor. Nurullah Ataç yok, Fazıl Hüsnü Dağlarca yok.” Belli ki Murat Belge’nin yazmaya başladığım dediği kitap şu günlerde yayınlanan Şairane’den Şiirsele isimli kitap ve bu kitapta öyle görünüyor ki Sezai Karakoç’a “ Hitler hayranı” iftirası ile bir bilim adamına yakışır şekilde(!) İslam Ansiklopedisi ve başka birçok meseleler üzerinden biriktirdiği nefretini ortaya koymuş oluyor.